top of page

Colomba, Sri Lanka (Seylan)

  • Ömür Kabak
  • 19 May 2019
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 May 2019

40- COLOMBO, SRİ LANKA. 060 87’ Kuzey Enlemi, 800 02’ Doğu Boylamı


8.4.2019 başkent Colombo’dayız. Gemimiz erken saatlerde limana yanaştı ve biz hızlı bir kahvaltıdan sonra gemiden indik ve bizi şehri gezdirecek otobüsümüzse geçtik. Güler yüzü ve tatlı sesi ile bizi şehrini anlatan yerel rehberimizin liderliğinde Colombo'yu turlamaya başladık. Limanın hemen çıkışında Pettah isimli yerel alışveriş sokakları ve Kırmızı Camiyi gördükten sonra şehrin belli başlı caddelerini ve meydanlarını otobüsle dolaştık.

Burada Budistler, Hindular, Hıristiyanlar ve Müslümanlar iç içe yaşıyor ve her birine ait tapınaklar şehre serpiştirilmiş vaziyette. Olimpiyatlarda bu ülkenin sporcularının başarılarını pek duymasam da birçok spor alanının yanından geçtik. Kriket, futbol, tenis ve yüzme tesislerini ve oralarda çalışma yapan sporcuları gördük.


ree

Televizyon Kulesi çok şık. Lotus çiçeği şeklinde yapılmış, beton kulesi yeşil renkte bitki sapı gibi iken asıl tesisin olduğu tepe kısmı kırmızı mor renkli lotus çiçeği şeklinde ve tüm gün içinde dolaştığımız şehrin her noktasından görülecek kadar yüksek ve güneş ışıkları altında çok güzel bir görüntüsü var.

İlk mola yerimiz büyük bir Budist tapınağı. Ayakkabıları girişte çıkardık, çorapla veya çıplak ayakla tapınağı gezdik. Her taraf renkli buda heykelleri ile dolu. Büyüklü, küçüklü, metal veya mermerden. Ayrıca, resimler ve panolar var. Buda dışında diğer kutsal motifler ve figürlerle renkli ve zengin bir görüntüye sahip. Bahçe kısmında yarı açık toplantı yerinde Budist rahipler ayin yapıyordu.

Tam o sırada büyük bir fil avluya getirildi. Çok sakin ve gözleri sevgi dolu bakan bu filin her tarafını yoğun bir şekilde yağlamışlar. Bu nedenle fil pırıl pırıl parlıyor ve deri rengi de hafif siyaha kaçıyor. Merdivenlerin ilk iki basamağına ön ayaklarını koyup sanki selamlıyor gibi hareket yaptıktan sonra rahipler fili beslemeye başladılar. Muz başta olmak üzere, kavun ve değişik narenciyeleri durmadan yemeye başladı. İki rahip meyveleri yetiştiremiyor ve bizim fil, bir taraftan onların ağzına verdiklerini yuttuğu gibi kendi hortumu ile yan tarafta stoklanmış kasalardan meyveleri alıp alıp ağzına götürüyor. Biz dahil bir çok turist hortumunun dibine kadar yaklaştık. Bir kez daha sakinliğine ve sevgi dolu bakan gözlerine tanık olduk. Meyveler bitince bakıcısı tekrar geri götürdü. Karnı doydu ki geldiği gibi sakin ve sessizce tapınak kenarındaki kendi mekanına doğru yollandı.

Daha sonra şehrin merkezi parkına ve orada bulunan süslü sütunlar üzerinde yükselen yine süslü bir çatıdan ibaret olan anıta geldik. Yaklaşık 10 adımlık merdivenle tırmanılacak bir yükseklikte inşa edilmiş ve 10 metreye 50 metre ebatlarında bir dikdörtgen şeklinde. Önünde bayrak direkleri, bunların ortasında bir devlet büyüğünün yüksek bir sütun üzerinde heykeli ve etrafında bu ülkenin sembolü olan aslan heykelleri.


ree

Deniz kıyısında büyük bir alanı doldurmaya devam ediyorlar ve oradaki reklam panolarından anladığımız kadarıyla burası çok büyük bir gökdelenler, oteller ve iş merkezleri alanı olacak. Bu alanın karşısında parlamento binası ve diğer resmi banalar var.

Yakın bir noktada olan ulusal müzeye gittik. Müzenin olduğu sokağın önündeki meydanda çok büyük ebatlarda bu ülkenin İngiltere'ye bağlandığı dönemlerde hüküm süren İngiltere Kraliçesi Viktorya'nın tahtında oturur şekilde bir heykeli var. Müzenin önünde ise bu müzeyi kuran bir başka İngiliz'in büyük bir heykeli dikilmiş. Müze çok büyük ve çok güzel donatılmış;

Ülkenin tüm tarihi çok uzun dönemlerini içerecek şekilde çok değerli orijinal görsellerle anlatılmış. Son krallarının tahtını en büyük odada sergiliyorlar. Bir başla bölümde ise insanoğlunun maymundan evirilerek geldiğiniz anlatan ve tüm dünyaya yayılışını gösteren ayrıntılı görseller bulunuyor.

Müzeden sonra, Kingsbury isimli 5 yıldızlı güzel bir otelde bizi misafir ettiler. Gösterişli salonlarda Seylan çayı ve kek ikram edildi. Çay denilince ilk akla gelen ve eski ismi Seylan olan ülke burası ve güzel çaylarından doyasıya içtik.

Günün ortasını geçerek tekrar gemiye döndük. Kısa bir yemek molasında sonra bu kez şehrin alışveriş merkezini ve Kırmızı Camisini gezmek için bir başka otobüsle aynı otel mıntıkasına geri döndük. Orada karşılaştığımız ve gemiden arkadaş olduğumuz Macar karı koca ile yaya olarak dolaşmaya başladık. Erkek olan Macar arkadaş, yaklaşık 15 sene İstanbul'dan kendi ülkesine tekstil işi yapmış. Sonra Çin mallarının her yeri kaplaması üzerine Türkiye üzerinde iş yapan şirketini kapatmak zorunda kalmış.

Birlikte dolaşırken özellikle Kırmızılı camiye gitmek istediğini söyledi. Yol üstünde yeşil kubbeli küçük bir cami önünden geçerken önce oraya girmek istedi. Buradaki camilerin kadın ve erkek girişleri farklı kapılardan. Gülsüm kadınlar kapısına gitti, Macar kadın biraz çekingen kaldı ve camiye girmeyip dışarıda bekleyeceğini söyledi. Biz iki erkek birlikte camiye girdik.


ree

O sırada ikindi namazı vakti gelmişti. Ezanı dinledik ve peşi sıra ikindi namazını kılışlarını en arkadaki sandalyelere oturarak seyrettik. Namazın her aşamasını (sünnet, farz, rükû, secde, selam gibi) Macar arkadaşa sırasıyla anlattım, ilgiyle dinledi, Türkiye'de aynı olup olmadığını sordu. Aynı olduğunu söyledim.

Daha sonra en büyük ve meşhur olan Kırmızı Camiye geldik. Burayı da gezdik. Burada namaz bittiği için cemaat dağılmıştı. Bu kez Macar kadın da orada bulunan tesettür kıyafetlerini giyerek Gülsüm’le birlikte camiye girdi. Aynı anda Çinli bir genç kız da onlara katıldı. Her üç kadın tamamen çarşaflar içindeydi. Macar arkadaşa, "benim hanım senin hanımı Müslüman yapacak" diye takıldım. Çıkışta imamla konuştuğumda şafi mezhebinden olduklarını öğrendim. Caminin içinde bütünlük arz edecek şekilde din görevlileri ve talebeler için çok katlı bir bina daha vardı. Oldukça büyük ancak dar bir sokak içinde ve komşu binalara bitişik olan bu caminin tüm dış duvarları, kubbesi ve bizimkilere benzemeyen sadece küçük bir yükselti şeklindeki bir çok minaresi tamamen birbirine paralel çizgiler şeklinde kiremit kırmızısı ve krem renklerden oluşuyordu.


ree

Caminin de bulunduğu semt ve oradaki tüm sokaklar İzmir'in Kemeraltı'sı gibi. Mahşeri bir kalabalık ve sıra sıra dükkanlar. Dükkanlar önünde çığırtkan esnaf müşteri çekmek için bağırıp duruyor ve büyük çoğunluğu tekstil olan mallarını ellerinde gösteriyor. Birçok mağazada ayrıca bangır bangır müzik sesleri geliyor. Yollarda ilerledikçe etraf, Kemeraltı'dan ziyade Basmane Tepecik civarlarına benzemeye başladı. Kaldırımlarda yürümek mümkün değil, yollar ise araç ve buraların meşhur taşıtı tuk tuk'larla dolu. Tuk tuk'lar, üç tekerlekli, tek kişilik ön koltukta şoförü ve hemen arkasında iki yolcu koltuğu ile kapalı hale getirilmiş motosikletler. Biraz zor da olsa mecburen yaya olarak otobüsün bulunduğu aynı otel önüne kadar yürüdük, otel karşısındaki bir başka açık hava satış bölgesinde Seylan çayı aldık ve akşamüzeri gemiye döndük.


ree


 
 
 

Yorumlar


Yazı: Blog2_Post
  • Twitter
  • Facebook
  • Instagram

©2019 by Omur Kabak

bottom of page